Tarih boyunca insanın onuru, şerefi, saygınlığı hukuk düzenleri tarafından korunmuştur. Fakat zamanla bu koruma biçimi değişiklik gösterniştir. Örneğin ilk zamanlar, Roma’yı örnek verecek olursak bu değerler özel hukukça korunup sabit kurallarla düzenlenirken zamanla ceza hukuku ile korunmaya başlanmıştır.
Günümüzde bireyin saygınlığını korumaya yönelik hükümler, TCK’nın ikinci kitabında, “Kişilere Karşı Suçlar” başlıklı ikinci kısmın sekizinci bölümünde koruma altına alınmıştır. Bu bölümün başlığı “Şerefe Karşı Suçlar”dır ve bu suçların düzenlenme amacı kişinin manevi varlığını korumaya yöneliktir.
Kişinin onur, şöhret ve saygınlığını belli bir toplumun değer yargıları belirler. Onur ve saygınlık duygusu insanı motive eden, harekete geçiren ve ayakta tutan bir duygudur. İşte bu sebeple haysiyet ve şerefe karşı suçlarda kişinin kendisinin toplum önündeki değeri ve saygınlığı korunmakta, bunlara başkalarınca zarar verilmesi önlenmektedir. Bu esas, insanın insan olmasından, değerli olmasından, kendisine saygı duyulmasını hak etme ve isteme hakkından kaynaklanır. Devlet bu hakkı güvenceye almıştır.
Bu tip suçlarda korunan hukuki değer manevi olduğundan koruma nispi bir niteliktedir. Şeref kavramına verilen farklı anlamlar ise hukuk düzenlerince farklı koruma getirilmesine sebep olur.
ETCK, şerefe yönelik saldırıları, mağdura “mahsus madde” isnad edilip edilmemesine göre “hakaret” (ETCK m.480) ve “sövme” olarak (ETCK m.482) ikiye ayırmıştı. Buna karşılık YTCK, bunlar arasında verilecek ceza açısından bir ayrıma gitmemiş ve her iki suçu da “hakaret” başlığında toplamıştır.
Hakaret suçu, 5237 sayılı TCK’nın özel hükümler kitabında, kişilere karşı suçlara ilişkin ikinci kısmın şerefe karşı suçlar başlıklı sekizinci bölümünde 125. Maddede düzenlenmiştir. TCK’nın “hakaret” başlığını taşıyan 125. Maddesine göre,
“(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) (1) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
(2) Fiilin mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur. (3) Hakaret suçunun; a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı, b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. (4) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/15 md.) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır. (5) (Değişik: 29/6/2005 – 5377/15 md.) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır”
Bu suç ile “şeref”in korunduğu konusunda öğretide görüş birliği bulunmakla birlikte, bu kavrama ne anlam verilmesi gerektiği tartışmalıdır. Bazı yazarlar subjektif (iç-fiili) şerefin korunduğundan bahsederken, bazıları objektif (dış-normatif) şerefin korunduğunu savunmaktadır. Öğretide ise karma görüşün baskın olduğunu söyleyebiliriz. Açıklamak gerekirse, subjektif şeref, kişinin kendisinin şerefli olduğuna kanaati iken, objektif şeref ise başkalarının o kişiye tanıdığı değeri ifade etmektedir. Kanaatimizce TCK’da yer alan hakaret suçunda, “onur, şerefin” korunması, subjektif şerefi; “saygınlığın” korunması ise objektif şerefi korumuştur.
TCK’nın 125inci maddesinde düzenlenen fiili üç başlıkta inceleyebiliriz. Bunlar; a) Onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat edilmesi, b) Sövmek suretiyle onur, şeref ve saygınlığa saldırılması, c) Hakaretin huzurda ya da gıyapta gerçekleştirilmesi
Bu konuda öncelikle somut bir fiilin ne olduğunun üzerinde durulmalıdır. Somut bir fiil söz konusu ise şahsa, konuya, yere, zamana ve şekle ait bir takım unsurlar barındırmalıdır. Bir örnek verecek olursak, bir kişiye “sen hırsızsın” demek bir değer yargısı iken, “23 Nisan gösterilerinde Ayşe’nin kıyafetlerini çaldın” demek somut bir olgu isnadıdır. Fiil, mağdur açısından onur, şeref ve saygınlığı rencide edici olmalıdır. Bu isnadın gerçek olup olmaması önem taşımaz. Rencide edici olması konudaki ölçüt, toplumun genel ve orta kesimin düşünüş ve anlayışı, toplumda geçerli olan değer yargılarıdır. Bu değer yargıları zamanla değişebilir olduğundan, o an içinde bulunulan zamanın değer yargıları esas alınmalıdır.
İsnat edilen olgu veya fiilin suç teşkil etmesi şart değildir.Bunların yanı sıra kişinin gerçekten onurunun kırılıp kırılmadığı, saygınlığının rencide edilip edilmediği araştırılmaz. Mağdurun toplum değerlerinin yukarısında olan aşırı hassasiyeti de bu konuda değerlendirmeye alınmayacaktır. Fakat eğer ki mağdurun sıfatı hakarete varacak davranış gösterilmesi kanaati uyandırıyorsa bu durumda suç oluşacaktır. Bu konuda bir örnek verirsek, kiracıya kirayı ödemediğinin söylenmesi, genel olarak onur ve şerefi rencide edici olmasa da, tacirin borçlarını ödemediğinin söylenmesi, ticari itibarını sarsabileceğinden dolayı hakaret suçunu oluşturabilir.
765 sayılı ETCK’da bu suç ayrı bir madde ile düzenlenmişken yeni TCK ile hakaret ile aynı maddede, hakaret suçunun seçimlik hareketlerinden biri olarak düzenlenmiştir. Bu durumda bir önceki seçimlik hareketten farklı olarak, fail, somut bir olgu veya fiil isnat etmemekte; ancak olumsuz bir değer yargısını açığa vurmaktadır. Nitekim, sırf kötü huyları ifade eden sözler sövme olarak kabul edilir. Yani kişiye yönelik soyut yakıştırmalar bu kapsamdadır. (kör, şaşı, aksak, hastalık yakıştırılması (AIDSli, paranoyak) gibi.)
Sövme, somut olayda türlü şekillerde işlenebilir. Keza, yazı, söz, resim, işaret veya müstehcen bir el hareketiyle bu fiil gerçekleştirilebilir.
Kararlardan somut örnek göstermek gerekirse; YCGK 08.04.1985 tarih ve 5-576/209 sayılı içtihadında, kendisine “senin karını kocama alacağım” diyen mağdura, failin tenasül organını göstermesini sövme kapsamında nitelendirmiştir. Yine Yargıtay 2. Ceza Dairesi’nin 05.03.1991, 1577/2351 sayılı kararında da; müştekinin duvarını neden yıktığını sorması üzerine sanığın erkeklik organını göstererek “...sen bunu al...” demesi sövme olarak değerlendirilmiştir
Fiil ihmal suretiyle de işlenebilir. Mağdurun sözüne cevap vermemek, uzattığı eli sıkmamak gibi.
Öncelikle bir hakaretin bir kimseye yönelik olabilmesi için ya kişinin direkt kastedilmesi ya da söylenenlerle mağdurun tayin ve teşhisinin yapılabilir olması gerekmektedir (TCK m.126). Şayet hakaret belirli bir şahsa ait değilse, bir kimsenin şeref ve haysiyetinin tecavüzünden bahsetmek söz konusu değildir
Hakaret huzurda ve ihtilatlı olarak gerçekleştirilebilir.
Huzurda hakaret suçunun işlenmiş sayılabilmesi için, söylenen sözün herhangi bir aracıya gerek duyulmaksızın doğrudan doğruya mağdur tarafından öğrenilmiş olması gerekir; fail ve mağdurun yüzyüze olması aranmaz. Bu nedenle apartman sahanlığında giriş kapısının arkasından mağdurun duyabileceği biçimde söylenen sözlerin de huzurda söylenmiş olduğu kabul edilmektedir. Bu durumlarda ihtilatın gerçekleşip gerçekleşmediğine ayrıca bakmak gerekmemektedir. Hakaretin huzurda sayılması için hakaretin mağdurca duyulmuş olması gerekir. Bu durumda sözün uzakta söylenmiş olması veya işitme engelli birinin sözü duyamaması durumunda bu koşul gerçekleşmiş olmaz; ihtilatta yok ise, faili cezalandırmak mümkün değildir.
Mağdurun gıyabında işlenen hakaret suçunda ise, suçun cezalandırılabilmesi en az üç kişinin ihtilatıyla mümkün olmaktadır. “İhtilat”, en az üç kişinin isnat edilen fiil veya olguyu öğrenmiş olmaları demektir; öğrenme olanağı yeterli değildir. Kusur yeteneği olmayan çocuklar, akıl hastaları ve gerçekleştirilen hareketi algılayamayacak durumda olan kişiler, ihtilat edilenler kapsamında görülemez. Bunun dışındaki herkes ihtilat edilenlere dahil olabilir. Aynı sebeple, failin ihtilat ettiği kişileri tanıyıp tanımaması da önem arz etmeyecektir. Failin aynı anda ya da farklı zamanlarda bizzat ya da görevlendirerek üç kişiye ihtilat etmesi mümkündür. Ancak, failin üç kişiyle ihtilat etme amacı yoksa, yani bir ya da iki kişiyle görüşerek mağdur hakkında isnatta bulunmuş ancak üçüncü bir kişinin duymasını istememiş, bu amaçla da kimseyi görevlendirmemiş ise ihtilatlı hakaret söz konusu olmayacaktır.
Yasada ihtilatın ne şekilde olması gerektiği konusunda açıklık yoktur. Yani huzurda işlenen hakaret suçu gibi bu da yazı, resim, telefon vb. aletler kullanılarak işlenebilir. Önemli olan mağdura bu isnadın iletilmiş olmasıdır.
Fail açısından herhangi bir özellik gerekmemektedir. Herhangi bir kişi bu suçun faili olabilmektedir. Tüzel kişiler bu suçun faili olamaz. (TCK m.20)
5187 Sayılı Basın Kanunu m.11, süreli yayınlarla işlenen hakaret suçlarında, eser sahibi yerine, bazı hallerde, sırasıyla, sorumlu müdür, yayın yönetmeni, genel yayın yönetmeni, editör, basın danışmanı, süresiz yayınlarda ise yayımcı, basımcı gibi kişilerin fail sayılmasını kabul etmiştir
Kanunda “bir kimseye”, “bir kimsenin” ifadeleri ile mağdurun herhangi bir kişi olabileceği anlaşılmaktadır. Bu durumda herhangi bir özellik gerektirmemektedir. Fakat bazı durumlarda mağdurun sıfatı özellik taşıyabilmektedir. Örnek verecek olursak, cumhurbaşkanına karşı hakaret m.299’da düzenlenmiştir. Aynı şekilde, mağdurun sıfatı suçun temel şekli bakımından önem arz etmese de, 125. Maddenin 3üncü fıkrasının (a) bendinde mağdurun kamu görevlisi olması daha ağır cezayı gerektiren nitelikli unsur kabul edilmektedir. Ve mağdur kamu görevlisi ise soruşturma ve kovuşturma re’sen yapılacaktır. Hakaretin ölü bir kişiye yapılmsı durumunda ise öğretide görüş birliği olmasa da, ölen bir kişinin suç mağduru olamayacağı görüşündeyim. Bu konuda ancak ölünün hatırasına yapılan bir hakaret varsa TCK, m.130’da düzenlenen “kişinin hatırasına hakaret” söz konusu olabilir.
Kişinin şeref duygusundan yoksun olması, kendisi hakkında sarfedilen sözlerden üzüntü duymaması, suçun oluşmasını engellemez. Herkes, hakaret suçu ile korunan objektif değere sahiptir ve başkalarının bu hakka saygı göstermesi gerekir. Dolayısıyla, kişinin saygınlığını sarsacak fiillerin işlenmesi durumunda, ceza hukuku bakımından sorumluluk doğar. O halde, hakaret suçunda, mağdurun çocuk veya akıl hastası olması önem taşımaz. Hatta, onur kırıcı bir suçtan mahkûm olan ve kamuoyunda “şerefsiz” sayılan bir kişinin de, bu suçun mağduru olması ve ceza hükmüyle sağlanan korumadan yararlanması mümkündür.
Hakaret suçunun nitelikli halleri TCK m.125’in 3 ve 4. Fıkralarında gösterilmiştir. Bu hallerde failin cezası değişen oranlarda artırılacaktır ve cezanın alt sınırı 1 yıldan daha az olamayacaktır. Bu halleri 4’e ayırabiliriz; a)Hakaretin kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenmesi, b) Hakaretin, kanaat ve din özgürlüğünün kullanılması dolayısıyla işlenmesi, c)Hakaretin, mensup olunan dine göre kutsal saılan değerlerden sözedilerek işlenmesi ve yeni eklenen d)Suçun alenen işlenmesi
Bu ağırlaştırıcı nedenin uygulanması için, hakaretin, kamu görevlisine, görevi esnasında ya da dışında, fakat mutlaka görevini yerine getirmesi dolayısıyla işlenmesi gerekmektedir. Mağdurun kamu görevlisi oluşu sırf bu ağırlaştırıcı neden için yeterli değildir.
TCK’da kimlerin kamu görevlisi sayılacağı konusunda aranacak ölçüt, kişinin kamusal faaliyetin yürütülmesine katılmasıdır. Kamu görevlisi ise, kamusal faaliyetin yürütülmesine atama ve seçilme yoluyla gelen süreli ya da sürekli ya da geçici gelen kişidir.
Kamu faaliyeti ve kamu görevlisinin göreviyle hakaret içeren fiil arasında mutlaka nedensellik bağı bulunmalıdır. Örneğin; belediyede zabıta olarak görev yapan (A), denetim amacıyla bir markete girer. Market sahibi (M), denetim yapmasına kızarak (A)’ya hakaret eder. Bu durumda (M), TCK’nın 123/3-a maddesine göre cezalandırılmalıdır. Buna karşılık zabıta memuru (A), evine ekmek almak için markete gitse, o sırada (M), (A)’ya daha önceden ödemediği borçları dolayısıyla hakaret etse, (M), TCK’nın 25/3-a’daki nitelikli hale göre değil, TCK m.125/1 yani suçun temel halinden cezalandırılmalıdır.
Kişinin mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına “uygun” davranmaktan ötürü hakarete uğraması nitelikli hal olarak kabul edilirken, “aykırı” davranmasından dolayı hakarete uğraması nitelikli hal olarak kabul edilmemiştir ve bu öğretide eleştirilmektedir.
Bireyin inandığı kutsal değerlerden bahisle alaya alınması, hakarete uğraması, hem onun din ve vicdan özgürlüğünü, hem de şeref ve haysiyetini incitmektedir. Bu sebeple, failin daha fazla cezaya çarptırılması yerindedir.
TCK’da ihtilat ve aleniyet farklı anlamlarda kullanılmıştır. Aleniyet, belirsiz sayıda kişilerin hakaret oluşturan sözü duymalarına olanak sağlayan herhangi bir araç kullanmak suretiyle suçun işlenmesini ifade eder. Failin hakaret oluşturan sözün duyulması olanağını yaratmış olması yeterlidir; söylenen sözün fiilen duyulmuş olup olmaması, nitelikli halin uygulanması bakımından önem taşımaz. Örneğin; sokakta yüksek sesle aşağılayıcı sözler söylemek, kamuya açık bir yerde tahkir edici işaretler, hareketler yapmak, herkese açık bir yerde mağduru itmek, ona çarpmakhakaretin alenen işlenmesi halidir. Aleniyet halinde, öağdur, hakaretin az sayıda kişi önünde gerçekleşmesine göre daha fazla rencide olacağından kanun bunu ağırlaştırıcı sebep olarak saymıştır.
Hakaret suçu kasten işlenebilen suçlardandır. Taksirli olarak işlenemez. Örneğin; yabancı fail, Türk örf ve adetlerini bilmediğinden iltifat için kullandığı sözün tahkir içermesi durumunda veya gıyapta hakaret halinde fail bir ya da iki kişiyle ihtilat etmek istemesine rağmen, bilgisi dışında başka kişilerin de ihtilat etmesi durumunda fail taksirli hareketlerinden dolayı cezalandırılmaz.
Hukuka uygunluk sebepleri varsa hukuka aykırılıktan söz edilemez. Adı geçen sebeplerin varlığı durumunda suç objektif ve subjektif olarak tüm unsurları ile olsa da fiil suç olmaktan çıkar ya da şahsi cezasızlık sebepleri uygulanır.
Her ferdin öğrendiği hukuka aykırı fiilleri bunu soruşturmak ve kovuşturmakla görevli makamlara bildirmesi gerekmektedir. Burada amaçlanan toplumun düzenini sağlamak ve kişilerin haksızlıklara karşı sessiz kalmasını önlemektir. Bu sebeple bu düzenlemede sosyal bir faydadan söz edebiliriz.
İhbar ve şikayet hakkı kullanılırken doğal olarak belirli kişilere suç teşkil eden fiiller isnat edilir hatta bu hak bazen karşımıza görev olarak da çıkabilir. Bazı durumlarda ihbar ve şikayette bulunan kişi yanıldıysa ve geçrekliğe uygun olmayan şekilde “hakkını icra etmiş” ya da “görevini yerine getirmiş” ise de eylem suç teşkil etmemektedir.
Unutulmamalıdır ki, kişi, hukuka uygunluğun ya da kendisine tanınmış olan hakkın sınırlarını aşarak masum olduğunu bildiği halde bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığını rencide edecek şekilde hukuka aykırı fiil ya da olgu isnat eder ya da söverse, hakaret suçunu işlemiş olur.
Savunma dokunulmazlığı yargılamanın taraflarına (hak arama hürriyeti, adil yargılanma hakkı kapsamında) tanınmış olan bir hukuka uygunluk sebebidir.
Savunma dokunulmazlığı, adli ve idari makamlar huzurunda hakkını savunma durumunda bulunan kimselerin tereddütsüz müdafaasını sağlamak amacıyla getirilmiştir. Fakat tabiki hiç gerek yokken başkalarının tahkirini önlemek amaçlı bazı kurallara uyulmalıdır. Savunma dokunulmazlığı, yargı mercileri veya idari makamlar nezdinde yapılan yazılı ve sözlü iddia ve savunmalara mahsustur. Yargı merciinden kasıt, yargı görevi gören tüm merciilerdir, yani adli, idari, askeri mahkemeler ve yüksek yargı organları, idari makamdan kasıt ise, yürütme içinde yer alan tüm kamu kurumlarıdır.
Dokunulmazlık, yazı ve sözlerin yargı organları veya idari mercilere sunulduğu veya sarf edildiği zamana özgüdür. Bundan önce veya sonraki zamanlarda dokunulmazlık yoktur.
Haber verme hakkı, basın hürriyetinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu hürriyet, düşünce ve kanaatleri yaymanın bir uzantısı olarak görülür. Haber niteliği taşıması asıldır. Olay gerçek, güncel olmalıdır. Gazeteci olayın oluş zamanındaki durumu araştırmakla yükümlüdür, duyuma dayalı veya tahmine dayalu haber yapılmamalıdır. Bu takdirde hukuka uygunluktan söz edilemeyecektir. Ancak gazeteci mevcut koşulları araştırmış ve haberi yayınlamışsa, daha sonra kamuya duyurulan olayın gerçekliği olmadığı anlaşılırsa, gazeteci bu “kaçınılmaz” durumdan istifade edecektir.
Bu durum bir indirim sebebi ya da cezasızlık nedeni olarak öngörülmüştür.
Haksız fiilin faili tahrik ettiği düşünüldüğünden böyle bir indirime (ceza 1/3’üne kadar indirilebilir) ya da cezasızlık nedenine gidilmiştir. Haksız fiil suç oluşturabileceği gibi, suç kapsamında olmayadabilir. Mesela, A, B’nin bahçesinden meyve çalsın B, A’ya senin yaptığın hırsızlıktır derse hakaretten cezalandırılmayabilecektir.
Keza, A, B’nin bahçesini yol olarak kullansın B, A’ya utanmıyor musun burası senin özel yolun mu dese hakaretten dolayı fail cezalandırılmayabilecektir. Birinci halde mağdurun fiili suçken, ikincide suç değildir sadece hukuka aykırıdır.
Kasten yaralama suçuna karşı hakaret içeren fiile karşı kanun koyucu cezasızlık hali öngörmüştür. Bu durumda kasten yaralamaya karşı hakaret eden kişiye ceza verilmez.
Hakaretin, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlendiğinin varsayılması ve cezasızlık nedeni olarak öngörülmesi için, bu durumun fail üzerinde oluşturduğu psikolojik etkinin devam ediyor olması gerekir.
Keza, A, B’nin bahçesini yol olarak kullansın B, A’ya utanmıyor musun burası senin özel yolun mu dese hakaretten dolayı fail cezalandırılmayabilecektir. Birinci halde mağdurun fiili suçken, ikincide suç değildir sadece hukuka aykırıdır.
Bu durum bir hukuka uygunluk nedeni değil, kişisel cezasızlık veya cezadan indirim sebebidir.
Bu hükmün uygulanması için üç koşul şarttır. Bunlar; karşılıklı olarak işlenen suçların sadece hakaret suçu olması, ilk hakaret eden kişinin haksız olması ve hakaretlerin karşılıklı olması. Hakaretlerin karşılıklı olması durumu aransa da hakaretlerin aynı anda ve yerde yapılması şart değildir.
Hakaret, soyut tehlike suçudur.Ve bu suç, neticesi harekete bitişik suç olduğundan, teşebbüse uygun değildir. İhtilatlı hakarette, kanunun aradığı asgari sayıdaki son kişinin hakareti öğrenmesiyle birlikte suç da tamamlanır. Bu sebeple suç teşebbüse elverişli değildir. Huzurda hakaret durumunda ise, mağdurun sözü bizzat kendisi duymasıyla suç tamamlanacaktır yine teşebbüse uygun değildir. Ancak huzura eşit sayılan durumlarda yazılı araçlardan biri kullanılmış ise, teşebbüs söz konusu olabilir. Çünkü ancak bu olasılıkta icra hareketlerinin bölünmesi mümkündür. Örneğin; failin gönderdiği mektubun mağdura ulaşmadan kaybolması veya üçüncü kişinin eline geçmesinin ardından imha edilmesi halinde icra hareketleri kısımlara ayrıldığından teşebbüs söz konusu olabilmektedir. Ancak bu takibi şikayete bağlı suçtur ve mağdur eline ulaşmayan mektuptan haberdar olamayacağından uygulamada pek karşılaşma olanağı olmayan bir durumdur
Hakaret suçu, iştirak bakımından bir özellik göstermez. Teorik açıdan iştirakın tüm şekillerinin bu suçta görülmesi söz konusudur. (TCK m.37-39)
Fail aynı suç işleme kararıyla, aynı kişiye karşı, değişik zamanlarda, birden fazla hakaret suçu işleyecek olursa zincirleme suç kuralları uygulanır. Aynı suç işleme kararına bağlı olarak hakaret ve sövme suçları olması durumunda, bu suçlar 125. Maddenin seçimlik halleri olduğundan dolayı zincirleme suç kuralları bunda da uygulanır.
Buna karşılık değişik zamanlarda ve farklı kişilere karşı işlenen hakaret suçunda, mağdur sayısınca suç oluşur ve zincirleme suçtan bahsedilemez.
Fail, birden fazla kişiye tek sözle hakaret suçu işlenmiş olabilir. Bu kişiler bir topluluk oluşturuyorsa, tek bir suç söz konusudur. Böyle bir durum yoksa, fail topluluğu değil, topluluğu oluşturan kişileri hedef aldıysa, mağdur sayısınca suçun oluştuğunu düşünmek gerekir. Bu durumda TCK m.43/2 uygulanır.
Hakaret suçunun basit hali, TCK m.125/1’de düzenlenmiştir. Bu suç şikayete bağlı suçlardandır. Faile verilecek ceza 3 aydan 2 yıla kadar hakim tarafından adli para cezası veya hapis cezası olarak seçimliktir. Adli para cezasında TCK m.52 hükümleri uygulanacak ve bu para cezası uygulaması beş gün ya da yediyüzotuz gün arasında olabilecektir.
Suçun nitelikli hallerini göz önünde bulundurursak, faile verilecek cezanın alt sınırı 1 yıldan az olamayacaktır. 1 yıl ile 2 yıla kadar hapis cezası nitelikli halin yaptırımıdır. Adli para cezasında herhangi bir sınır gösterilmemesi, nitelikli hallerde sadece hapis cezasının uygulanabileceği izlenimi uyandırmıştır.
Basit ve nitelikli halde aynı olmak üzere dava açımı için zamanaşımı 8 yıldır. Zamanaşımını kesen sebepler mevcutsa bu en çok 12 yılı bulabilir.
Hakaret suçu genel olarak şikayete bağlı bir suç olsa da, kamu görevlisine görevi dolayısıyla işlenmesi durumunda, adli makamlarca re’sen takip edilen bir suçtur. Bunun dışında, mağdur suçu öğrendikten itibaren 6 ay içinde şikayet hakkını kullanmalıdır. Mağdur, şikayet hakkını kullanamadan ölürse, şikayet hakkı ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoy, eş veya kardeşlerce kullanılabilir.
Mülga kanunda hakaret ve sövme fiilleri iki ayrı suç türü olarak düzenlenmiş ve sövme fiillerine daha az ceza öngörülmüştü. Yeni kanun bu ikisini aynı derecede cezalandırmıştır. Doktrinde sövme ve hakaret ayrımının kimi durumlarda belirsizliği ve benzerliği dikkate alındığında, yeni kanunda bu ayrıma son verilmesi doğru görülmüşse de, kanaatimce, bir kişiyi zan altında bırakmak, daha ağır bir itham olacağı ve kişi üzerinde daha fazla etki yaratacağı için eski kanunun düzenlemesi daha yerindedir.
Her ne kadar her suç teşkil eden eylemde olduğu gibi, cezayı hafifleten sebepler ve hukuka uygunluk sebepleri hakaret suçunda da söz konusu olsa da, ne yazık ki yargının bazı kararlarında yasal düzenlemenin ifade özgürlüğünü yok eder nitelikte olduğunu görmekteyiz. Bu nedenle kastın çok iyi araştırılması gerektiği, keza eylemin şikayetçi üzerinde yarattığı etkinin de çok iyi tespit edilmesi gerektiği inancındayım. Zira 125/1 düzenlemesinde şüphelinin eyleminin, şikayetçinin “onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnadı” içerdiğinin tespiti gerekmektedir.
Bunun dışında, nefret içerikli ifadeler, çoğu zaman hakaret benzeri fiillerle karıştırılmaktadır. Burada da yargıya çok büyük iş düşmektedir. Bir grubun aşağılanması halinde hakaret suçu söz konusu olabilirse de, bu grubun dinsel, etnik, ırksal, siyasal, cinsel vs. niteliklerinden dolayı aşağılanması, daha ağır içerikte bir eylem olduğundan, daha fazla ceza gerektiren nefret suçu olarak tespit edilmelidir. Pozitif hukuk açısından bir topluluğu hedef alan ırkçı ve nefret içerikli sözler hakaret olarak değil, koşulları varsa TCK m. 216/f.2’deki halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılamak suçundan yargılanmayı gerektirmelidir.
Kişisel kanım odur ki, yasal düzenlemeler, yasal düzenlemelerin yorumcuları olan hakimler ve dolayısıyla yargı tarafından tekrar şekil almaktadır. Bu sebeple yargı kararlarının, yasa koyucunun amacını daima gözeterek verilmesi gerekmektedir.
1995, İzmir doğumlu İpek Sarıca, 2013 yılında Yaşar Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde yarı burslu olarak hukuk eğitimine başlamış, hukuk eğitiminin ikinci yılında İşletme çift anadal programına tam burslu olarak kabul edilmiştir. 2017 yılında Hukuk, 2018 yılında işletmeden mezun olan İpek Sarıca, işletme eğitimi sürecinde İngilizce becerilerini geliştirmiş ve IELTS C1 seviyesinde İngilizce belgesini almıştır.
Staj bitiminde meslek hayatına Ahmet Yiğit Hukuk Bürosu'nda çalışmaya başlayan İpek Sarıca, iş hayatına atıldıktan sonra Paris Sciences Po Üniversitesi'nde Ekonomi ve Fransızca eğitimi almış ve daha sonra Galatasaray Üniversitesi'nde Ekonomi Hukuku alanında yüksek lisans yaparak, “Kişisel Verilerin Korunması Alanında Unutulma Hakkı” konulu tezi ile başarıyla mezun olmuştur.
İpek Sarıca, Ahmet Yiğit Hukuk Bürosu'ndaki deneyimleri ile ekonomi hukuku alanındaki eğitimini birleştirerek 2018 yılından beri ofisimizde “Kıdemli Avukat” olarak hizmet sunmaktadır. Ekim 2022’den itibaren aynı zamanda Adli Yeminli Tercümanlık yapan İpek Sarıca’nın faaliyet gösterdiği uzmanlık alanları ise; şirketler hukuku ve iş hukukudur.